Merhaba, farklı bir başlık ile karşınızdayım.
Uzun zamandır müzikle farklı şekillerde amatör olarak ilgilenmekteyim. Bu giriş yazısında; kabaca şimdiye kadar nelerle ilgilendim, neler başar(-ama)dım, biraz bahsedeceğim. Daha sonrasında da yapmış olduğum çalışmalardan örnekler vermeyi düşünüyorum.
Müzik farkındalığım, ortaokul yıllarındaki müzik derslerinde başladı. O zaman müzik derslerinde blok flüt kullanılıyordu. Müzik derslerinde iyi notlar alıyordum, kulağım da iyi olmalıydı. Bunu fark ettikten sonra nereden esti bilinmez ailemden bana bir “org” almasını istedim. O zamanki yaygın adı oydu. Kısa süren bir araştırma sonrasında bana yeni gibi bir ikinci el Casio-MT800 Keyboard alındı.
İki yıl sahibi oldum. Fakat burada bir şeyler eksik ya da ters gitmişti. Bir türlü ısınamamış, becerememiştim. Yaklaşık iki yıl sonra bilgisayar almak için onu satmak durumunda kaldık.
Aldığım bilgisayar o yıllarda popüler olan ama yavaş yavaş da modası geçmeye başlayan Commodore64 (C64) idi. sondaki 64, RAM ın 64 kilobyte (!) olduğu anlamına geliyordu ki bunun yaklaşık yarısı da zaten BASIC işletim sistemi tarafından kullanılıyordu. Sekiz bitlik C64 ün ünlü 3 kanallı ses çipi SID, o koşullarda güzel ses veriyordu. Hala meraklıları bu çipin güncel uygulamalarını kullanıyor, o kadar yani. Benim ilgimi çekenlerse oyunların müzikleriydi. O müziklerden beğendiklerimi kasete çeker ve tekrar tekrar dinlerdim. Bilgisayarın 3 kanal müziğinin basit ve anlaşılır olması, bana müziğin bileşenlerini daha iyi anlama fırsatı vermişti. Farkında olmadan bas, ritm, akor, solo kavramları yavaş yavaş oturmaya başladı. C64’te bir takım müzik programlarım vardı ama kullanımı bana oldukça zor gelmişti.
Bu arada bilgisayarla zamanımın çoğunu oyun oynayarak geçiriyordum. Bir süre sonra C64 ün toplam 16 renkli grafikleri ve sesleri, o zamanın popüler “oyun bilgisayarı” olan Amiga 500 karşısında çok yavan gelmeye başladı. Ben de C64 ümü ve disk sürücüsünü (ki kendisi de bir bilgisayar parası olup 5çeyrek diske 720kb veri sığdırabiliyordu) satıp, yerine bir Amiga 500 (1MB a arttırılmış RAM) bilgisayar aldım. Amiga’nın grafikleri ve sesleri çok farklıydı. Grafik bir yana sesler gerçek enstrumanlar gibi geliyordu bana. Dört (x8bit) kanallı stereo sesleri çok iyiydi. Müzik konusunda önce Noise tracker ile tanıştım, ancak asıl beni etkileyen ve yoğun olarak müzik ile uğraştığım program Protracker 3.1 oldu.
Bu programın kullanımı kolaydı. Porte okuyup yazmanız gerekmiyordu. Notaların değerlerini uzunluklarını ayarlayarak oluşturuyordunuz. Her kanala filtre ekleyebiliyordunuz. Elinizde ritm, bas, akorlar ve soloya atayabileceğiniz dört kanal mevcuttu. Müzik dosyaları MOD türünde idi. Bu dosya türünde nota bilgisi patternlerde mevcuttu. Bu patternlere şimdinin DAW programlarına bazı açılardan benzer şekilde, bazı açılardan ise tamamen farklı şekilde nota bilgisi yazılıyordu. Şarkı ard arda patternlerin eklenmesiyle oluşturuluyordu ki kopyala yapıştır yaparak mesela ritmi veya armoniyi aynı şekilde devam ettirip üstüne farklılıklar oluşturmak çok kolaydı.
MOD dosyasındaki ses bilgisi ise bambaşka bir dünyaydı. Her bir enstruman belirlediğiniz bir nota değerinde kaydedilmiş çoğunlukla gerçek bir ses olarak bulunuyor, program farklı notalarda bu sesleri hızlandırıp yavaşlatarak notaları çalıyordu. Sesler gerçeğine oldukça yakındı. Sadece çok ince ve kalın notalarda sesin özleliği kısmen de olsa bozuluyordu. Ses sentezleyen programlar da vardı ama bunun sesleri gerçeğinden kopyalandığı için epeyce tatminkardı.
Programın asıl güzelliği ise, aşağıda resmini gördüğünüz “Sample Editor” kısmı idi. Şöyle ki bu özellikle varolan sesleri değiştirebiliyor, sonlarına loop ekleyip sürelerini uzatabiliyor, iki farklı sesi birleştirip tek ses oluşturabiliyordum. Hatta aynı sesi farklı frekanslarda oluşturup daha sonra birleştirerek tek kanalda üç ya da dört farklı notadan oluşan akorlar çalabiliyordum.
Programın bir güzelliği daha vardı. Bilgisayara dışarıdan bağlanmış harici bir ses kaynağından belirlediğiniz notada bir sesi kaydedebiliyor, sonra bunu olşturduğunuz müzikte gerçeğine yakın olarak kullanıyordunuz. Ne var ki o zamanın Amiga 500 bilgisayarına dışarıdan ses kaynağı bağlayabileceğiniz bir giriş mevcut değildi. Kabaca söylemek gerekirse bilgisayarın mikrofon girişi yoktu. Bunun için serial port a ayrıca bir audio digitizer ya da diğer adı ile sound sampler almanız gerekiyordu. 91-92 yıllarında böyle özel bir ürünü bulmak zor ve pahalı olmasına rağmen onu da buldum ve aldım. Bundan sonra arkadaşlarımın gitarlarından, keyboardlarından istediğim sesleri bilgisayarıma kopyalayıp parçalarımda kullanabiliyordum. Tek zorluk notaları bilgisayarıma girmekti. Onu da bilgisayarın klavyesindeki tuşlara -diyez ve bemolleri belirten- elektrik bantları yapıştırarak çözmeye çalıştım.
Aşağıda Amiga 500 ile oluşturulmuş bir oyun müziği örneğini görebilirsiniz. Elbette ben yapmadım. Hangi programda yapıldığından emin olmamakla birlikte bir tracker programı olması kuvvetle muhtemel. Müziği dikkatli dinlerseniz bileşenlerini algılayabilirsiniz. Akorlar tek kanalda. Gitardaki wah efekti hazır kaydedilmiş olmasına rağmen sesler 1986 tasarımlı bir bilgisayar için etkileyici. O yıllarda PC’ler beeper ile idare ediyordu çoğunlukla.
Amiga 500 ve Protracker ile uzun süreler çalıştım, farklı projeler yaptım. Bu arada emektar Amiga; hala faal ve arada kutusundan çıkıp evde oyunlarıyla bizi eğlendiriyor.
O aralar ülkemizin tek özel tv kanalı olan MagicBoxStar1 televizyonunda yayınlanan Seal’in Crazy isimli parçasını beğenmiş, üniversiteye hazırlık kursuna giderken; körüklü Ikarus otobüslerle uzun süren yolculuklarda (Ankara metrosu ve Ankaray o zaman yapım aşamasında olduğundan trafik kabus gibiydi) Seal ‘in bu albümünü Mega Bass’lı Walkman’imle dinlerdim. Sealin bu şarkısının klibinde görünen kalın dört telli gitarın görünüşü çok hoşuma giderdi. Sonradan öğrendim ki o bir bas gitarmış ve ben de dinlediğim müziklerde bas gitarı ayrıca dinler ve severmişim (bu arada Seal; SEAL I albümünde bas gitar hariç pek çok enstrumanı kendisi çalmıştır). Bu albümü hala büyük keyif alarak dinliyorum. İşte şarkı, işte gitar…
Doksanlı yılların başında ve öncesinde müziğe ulaşmak bugünkü kadar kolay değildi. Yeni türler keşfetmekse çok zordu. Bilmediğiniz bir türe ait örneklere ulaşmak zordu. Youtube yoktu, spotify yoktu. İnternet bile yoktu (en azından bizim evde). O günlerde yeni açılan Power FM de yayınlanan “Fuji-film Power Play” isimli programda, acid jazz, soul, funk gibi müziklerden örnekler çalınıyordu. Pazar akşamlarını iple çekiyor, çalan parçaları kasete çekip dinliyordum. Çok beğendiğim parçaların dahi -anonsu kaçırdığım zaman- kime ait hangi parçalar olduğunu bulamıyor ve bilmeden öyle dinliyordum. Malum Shazam, SoundHound da yoktu. Bu müzik türlerinden nereye geliyoruz; yine bas gitara…
Müzik hayatımdaki önemli adımlardan birisi Amiga 500 sahibi olmamsa diğeri de AÜTFMK ile tanışmamdır. O da neydi ki? Morfoloji binasında, TÖMER altında, bodrum katta Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Müzik Kulübü. Kulübe nasıl gitmeye başladığımı net olarak hatırlamamakla birlikte cuma akşamları gitar kursuna (Tamer hocaya buradan saygılar) katılmak istemiş ve bunun için kredi parasıyla öğrencilikte bulabildiğim en ucuz gitar olan Monarch klasik gitarı almıştım. Ucuz olmasına rağmen sesi de iyiydi. Hala evin bir köşesinde durur.
Klasik gitarla alınan derslerle geçirilen üç ay sonrasında benimle birlikte ders alan diğer arkadaşların elektro gitara geçtiklerini gördüm. Ne var ki ben ne elektro gitarın sesini, ne de ağırlıklı olarak kullanıldığı rock, heavy metal gibi müzikleri seviyordum. Elektro gitarla ilgili düşüncelerimin çoğu sonrasında değişti gerçi. Ben elektro gitarı sevmediğim, derslere de klasik gitarla devam etmek istemediğim için ve kulüp stüdyosunda bulunan bas gitarın da sesini çok sevdiğim için bas gitar edinip çalmaya karar verdim. Sevgili Coşkun ile, yine bulabildiğim en ucuz bas gitar olan Lyon LB-10 (By Washburn) aldım. Bu gitarı almam, bas gitarda ilerleme kaydetmem, bir gruba dahil olmam ve ilk konsere çıkmam arasında çok kısa bir süre geçti. Geceleri bile grup çalışması yapıyorduk. Sevgili İnanç, Tuğrul ve Tamer (bu diğeri) ile gece geç saatlere kadar beste – düzenleme – çalışma yapıyorduk. Elimde bas gitar anfisi olmadığından; evimizde bulunan 1973 model (babamın Almanya’dan almış olduğuna minnettar olduğum) Dual Cv 120 (70 watt) Hi-Fi anfi’yi (Konya Sokak’tan aldığım 30 cm Pınar marka hoparlör ile birlikte) bas anfisi olarak kullanıyordum. Bu halde ilk konserimizi 14 mart tıp bayramı, morfoloji binasında verdik.
Bu gitar hala evimin bir köşesinde dekor olarak ve pratik yapmak amaçlı durur. Bu arada müzikal vizyonum da genişliyordu. Jamiroquai ve Incognito ile tanıştım. Dinledim, özümsedim hatta çalmaya çalıştım (elbette beceremedim). Yaklaşık iki yıl sonra Almanya’ya giden babam, bana ikinci bas gitarımı getirdi. Bu çok daha iyi bir gitardı (Ibanez SoundGear SR-600). Gerçi birini iyi çalan öbürünü de iyi çalıyor. Başka bir deyişle birini çalamayan, hiçbirini çalamıyor. Ben uzun süredir bu gitarı kullanıyorum.
Asistanlıkta çalışmalar ve konserler oldu ancak uzmanlık sonrası grup ve stüdyo çalışmalarına uzunca bir süre ara verdim. Fotoğraf ve motosikletten fazla fırsat bulamıyordum. Arada bir çalışmalarım olsa da uzun süreli olmadı. Enstruman çok nankör. Siz ondan bir uzaklaşın, o sizden misliyle uzaklaşır. Bas gitar da grubunuz olunca bir anlam ifade ediyor çoğunlukla. Malesef kafanızın uyduğu, benzer çizgide müzik anlayışı olan, uyum içinde birlikte calinabilecek eleman eksikliğinden de böyle oldu biraz.
Bir süre önce, bilgisayarda müzik uğraşıma tekrar başlamaya karar verdim. Bilgasayar ile kullanabilmek için kendime bir M-Audio Oxygen 49 edindim. Bu şekilde ikinci keyboard dönemleri başladı.
Günümüzdeki müzik programlarının çok detaylı olması uzun bir öğrenme sürecini gerektiriyor. Çok fazla vakit ayırmak gerekiyor. Bu sefer vakit ayırınca ortaya bir şeyler yavaş da olsa çıkıyor. Bu arada çalışmalarımın büyük kısmının baslarını kendim çalıp kaydediyorum.
Bu arada Özge de müziğe adım atmaya başladı. Bateri kursuna gidiyor. Ben de bas gitar çalışmaya yeniden başladım. Çalışmalara ailemizin yeni üyesi Semih Serbest Jr. her zaman müsade etmiyor. Özge de henüz çok yeni. Ama belli mi olur? Belki de stüdyo ve konserlere geri döneriz, ailece…
Yeni bir yazıda görüşene kadar; sevgiyle kalın…
Dip Not: Karadeniz 2.0 3. bölümü yazacağım, söz.