Kısa bir aradan sonra yeni bir gezi raporu ve rota önerisi ile birlikteyiz. Bu seferki plan, daha önce düşünmüş olduğum ancak toprak ve ıssız bir yol olmasından dolayı tek motorla gitmekten vazgeçtiğim; gezi ekibimiz sağlam hale gelince yeniden gündeme gelen bir rota. Uludağın Bursadan görünmeyen yamaçlarından geçip çepeçevre gezmek.
Sabah 8 de teker döner diyerek Orhaneli yolundan yola başladık, Keles’e doğru ilerliyoruz. Son gittiğimden bu yana; eskiden zemini çok bozuk dar ve virajlı olan yolun büyük kısmı düzeltilmiş ve genişletilmiş. Sorunsuz Keles’e ulaşıyoruz.
Gruptan kimse uyanamadığı ve kahvaltı da yapmadığı için Keles içindeki simit fırınına uğruyoruz. Mamulleri leziz ve çalışanlar da yol tarifi konusunda çok yardımsever olan simit fırınının ürünlerinden; çınar altında çay ve yöresel sorgun peyniri ile birlikte şiddetle öneriyorum. Epeyce bir vakit geçirdikten sonra daha önce ıssız toprak yol dediğim yolun asfaltlanmış olduğunu öğreniyorum. Üzülüyorum elbette. Nerede bu işin maceralı kısmı? Tüh…. 🙁
Gelemiç yolu kocayayladan geçiyor. Bir de bakıyoruz ki festival. Bursa Erzurumlular dernekleri konfederasyonu festivali.
canlı müzik var, herkes eğleniyor
Söz konusu Erzurum olur da cağ olmadan olur mu hiç?
Madem fotoğraf çekilir demiş, biz de dayanamadık, özçekim mi diyelim?
Burada da epeyce vakit geçirdikten sonra yola çıkıyoruz. Amacımız; Gelemiç, Bozova, Lütfiye üzerinden (ki burasının yolu Google haritalarda bol zigzaglı; demek oluyor ki manzaralı bol tepeli vadili ve virajlı..) Çayyaka köyüne ulaşmak, oradan İnegöl’e inmek. Plan bu da hiç tuttuğu görüldü mü ki şimdiye kadar 😛 İlerlediğimiz yol ve manzara hakkında fikir edinmeniz için;
Gelemiç, Bozova köyünü geçip Lütfiye sapağına bakınırken kendimizi bir köyde bulduk. Hangi köy olduğunu sorduk. Çayyaka… EEE hani Lütfiye yolu?. Kahvede oturduğumuz köylüler tabela sizlere ömür diyorlar. Kaçırdık mı yani? Hani Lütfiye??
Lütfiyeeee, Lütfiyeee …
Bu feryada can mı dayanır. Biz de Çayyaka tarafından Lütfiyeye gider, sonra da diğer taraftan kaçırdığımız sapağa yukarıdan ulaşır ve geçtiğimiz yolun bir kısmını tekrar geçer ve yolumuza öyle devam ederiz. yol üzerinde ilmek gibi dönüp aynı noktaya tekrar ulaşacağız. Emin misiniz?
Lütfiye yolu asfalt ancak zaman zaman bozulup toprak halini alıyor. Dik yokuşlar sarp yamaçların yanından seyrediyor. Yolda duup durup, gördüğümüz yerleri de çekmeyi ihmal etmedik. Zaman zaman sanatsal çalışma yapmaya da uğraştık 🙂
Kendi kendimize eğlendik fotoğraf çektik bol bol. Bu konuda Cem’e ve Selçuk’a elmaları ve fikirleri için çok teşekkürler, renk kattılar 🙂
Hülooooğğğ
Bunun için Cem’in özellikle eline sağlık
Buralarda da epeyce mola verdikten sonra yola devam ediyoruz. Nihayet… Lütfiye…
Demeye kalmadan köy bitiyor. Olsun bizim planımız yine vadiye inip önceden geçmiş olduğumuz yola ulaşmak ve Çayyaka’ya doğru devam etmek. Doğruca sapmadan devam ediyoruz. Fakat….
Yol bir anda toprak yol halini alıyor. Kısa bir süre sonra da toprak yolun kalitesi iyice bozuluyor. Yol içinde boylu boyunca yarlar açılmış. Buralara girmeden geçmek gerekiyor, çok derin olduğu için girince bir anda kayıyorsunuz. Tamam, bizim de aradığımız bu değil miydi zaten 🙂
Bir süre sonra yol ikiye ayrılıyor. Sağ ve sol. İkisinin de birbirine göre daha işlek olduğunu düşündürecek yanı yok. İkisinin de üstünde iri iri taşlar var. Tabela zaten yok.
– Ne tarafa?
– Sağdan, daha hayırlı 🙂
– Peki
Ve sağdan devam ediyoruz. İlerledikçe ormanın derinliklerine doğru, ıssız, çok dik yamaçlardan ilerliyoruz. Yüksek çam ağaçları o kadar sık ki, dalsız ve yapraksız alt gövdeleri bile uzağı görmeyi engellemeye yetiyor.
Yolda zaman zaman yukarıdan akıp yolun karşısına geçen derecikler var. Su az olmasına az da buralardaki toprak tamamen çamur olmuş, bazı yerler gölet. Trakya’dan biliyorum bu göletli çamurları. İlerledikçe yol daha da kötüleşiyor. Durup durup tamam mı devam mı diyoruz. İki devam bir çekimser oy ile devam etmeye karar verdik.
Bu kadar ıssız bir yerde basılı haritaya bakalım diyoruz, onda böyle bir yol yok. Telefon zaten çekmiyor ki netten bakalım; zaten gezi öncesi planlama aşamasında google haritalardan baktığım kadarıyla buralarda yol olmaması, ya da girdiğimiz yolun aşağıya inip çoktan anayola ulaşması gerekiyordu. Aşağı vadiye ineceğimize daha da tırmanıyoruz…
İyi de neredeyiz? Bu tür gezilerde kullanmaktan hiç hoşlanmasam da telefonun GPS antenini açıp navigasyon programını çalıştırıyorum. Nasıl yani? Bomboş bir yerin ortasında mavi bir üçgen. Yol desen yok ki ekranda görünen. Ekrandaki haritayı küçülte küçülte okun baktığı tarafa doğru bir köy görüyorum. İnayet köyü. Okun yönü yaklaşık o tarafı gösteriyorsa elbet bir şekilde ulaşırız diyoruz oy birliği ile bu sefer. Devam ediyoruz ormanın derinliklerinde. Buralara güneş de düşmüyor ki; hep gölge ağaçlardan ötürü.
Bir süre sonra yolların kenarında kesilip istiflenmiş odunlar görüyoruz. Medeniyet… Demek bir yerlere varacak. Devam ettikçe yollarda büyük baş hayvan dışkıları görüyorum. Bunu görüp bu kadar mutlu olacağımı hiç sanmazdım. Dışkı demek, inek demek, inek demek, evcil demek, evcil demek köy demek, insan demek. Bu şekilde de bir süre ilerledikten sonra ormanın sıklığı azalıyor, yer yer ekili arazilere ulaşıyoruz. Bir inek… iki inek… buzağı… öküz… Kaçan buzağı, kovalayan inek, havlayan köpek…. derken bir çoban, yol kenarında oturuyor. Bu yol nereye çıkar diyoruz, Tuzla ya diyor. Hayda… ya İnayet? evet evet diyor??? Biz de devam ediyoruz. Bir süre sonra medeniyete, köye ulaşıyoruz. Uff.. ne ıssız yerlerdi.
Aşağıdaki görüntüde, sağ alt tarafta görülen Lütfiye, Orta üst tarafta A harfi ile işaretlenmiş yer ise İnayet köyü. Bu aradaki yollar hiç bir yerde görünmüyor. Bizim hangilerinden geçip İnayet köyüne ulaştığımız ise meçhul. GPS kayıt programını da şarj endişesi yüzünden çalıştıramadım malesef…
Köydeki bir haneye misfirliğe gelmiş araçlarını park etmekte olan gruba, geldikleri yolun nereye çıktığını soruyoruz; onlar da bu köyün adı neydi diye biribirlerine sormazlar mı?
Neyse ki ev ahalisinden biri geliyor. Yolun İnegöl’e çıktığını söylüyor. Asfaltmış. Peki ya şu taraf?
Orası da 3-4 köye uğradıktan sonra aynı yere götürürmüş. Ama orası “kara” yol diyor. Yanlış anlamayın, karayolu değil, toprak yol. Hah….. Tam da istediğimiz şey. Aşılmış kudurmuştan beter :P. Biz “kara” yoldan gideceğiz.
Önceki kadar olmasa da kesmen bozuk toprak yolda ilerliyoruz. Yalnız burada yol kenarında daha çok tarlalar, insanlar evcil hayvanlar var. Bir kaç kez yol sorduktan sonra Elmaçayırı. İnegöl karşıda ve uzakta görülebiliyor.
Fevziye, Kayapınar, Turgutalp, Cerrah arası asfalt ve işlek bir yol. O kadar uçurum, çukur, bozuk yol olan ücra yerlerde bu kadar tehlike atlatmadık. Adam yolu kapatmış ortadan geliyor virajda, önünü görmeden !!!
Cerrah’da mola veriyoruz. Gittiğimiz yolları ve zorlukları konuşurken bir yandan serinliyoruz. Sonrası zaten İnegöl – Bursa yolu, anlatacak pek bir şey yok.
Gittiğimiz rota yaklaşık olarak şu şekilde, ortada uludağın sırtları ve zirvesi açık renkte görülebiliyor. Haritada görünmeyen yol burada da boşluk olarak görülebilir.
Bu rotanın Uludağa çok daha yakın olanını, daha çetin yollardan yapanlar eminim olmuştur. Ancak biz bu yollardan giderken çok eğlendik, zaman zaman da endişeye kapıldık. Bu rotada gitmek isteyen motosiklet kullanıcılarının mutlaka enduro ya da kros türü motorlar tercih etmelerini öneriyorum. Hafif bir commuter bazı yerlerde zorlansa da gidebilir. Ancak diğer türlerle yapılacak bir seyahat motosiklete ve kullanıcısına üzücü anlar yaşatabilir.
Bu arada yapmış oluğum bir gözlemi sizlerle paylaşmak istiyorum. Evet google ın şehir görüntüleri çok daha detaylı ve net. Ancak tali yollar konusunda bing çok daha iyi görünüyor. Bazı yerlerde yandex bile google dan iyi. Trakya’da da öyleydi. Belki sadece bazı yerler içindir. Rota planlarken daha önce hiç bakmadığım bing’i artık daha sık kullanacağım.
Güzel vakit geçirdiğimiz, daha önce görmediğimiz yerler gördüğümüz bu gezimizi keyifle okuduğunuzu umarım, sevgiyle kalın.