O kadar yorgunluğa rağmen uzun saatler gerektirmeyen dinlendirici bir uyku aldım. Temiz hava sayesinde olsa gerek. Perdeleri açıyorum ve…. günaydın 🙂
bu da diğer taraf
kahvaltı sonrası dostlarım ayrılmak ve Bursa’ya dönmek zorunda. Bundan sonrası tek başına olacak. Onları Demirköy’e kadar uğurladıktan sonra İğneada’ya geri dönüp istikameti fransız fenerine çeviriyorum. Burası 19. yüzyılın ikinci yarısında fransızlar tarafından yapıldığı için yöre halkınca bu isimle anılıyormuş. Türkiyenin Karadeniz sahilinin en batısında bulunan fener; denizciler için yol gösterici olmuş uzun yıllar. Şimdi GPS, radar vs. varken faydasını bilemiyorum, sormak gerek. Ek bilgi: her deniz fenerinin kendine has yanıp sönme düzeni varmış, hangi fener olduğu bu düzen sayesinde bilinirmiş. Sözü uzatmayalım. Fener; İğneada’nın doğu yakasında bulunduğu koyun batı yakasındaki Liman köyünde. Sora sora, zaman zaman tabelalar yardımı ile nihayet fenere ulaşıyorum.
Bu kadar cep telefonu yeter, şimdi SLR zamanı…
Burada oyalandıktan sonra yeni hedefim Beğendik köyü. Bu köy; Türkiye Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Karadenizin kesişme noktası. Ülkemiz sınırları içerisinde Karadeniz sahilinin en batısındaki yerleşim yeri. Burasının ilginç bir hikayesi varmış; wikipedia öyle diyor
Liman’dan Beğendik köyüne geçerken GPS den yardım almak zorunda kaldım. Lakin buralarda tabelalar çok yetersiz ya da ben denk gelmedim, belki de toprak zemine sahip bir ara yoldan gittiğimdendir. Amacım Bulgaristan’ı görüntülemek. Yardımla da olsa ulaşıyorum köye. Yüzümdeki ifade pek zafer havasında değil; yön bulmak için teknolojiden faydalandığımdan mıdır nedir?
Ve sınıra en çok yaklaşabildiğim yer. Buradan ilerisine giriş yasaklanmış, askeri bölge. Ne olur ne olmaz. Üşenip fotoğraf makinesini çıkarmadığıma, tele objektif ile fotoğrafını çekmediğime pişmanım, telefon ile bu kadar, karşı köy Bulgaristanın Rezovo köyü, bir yanda da bayrağımız…
Bu da diğer taraf…
ve İğneadaya dönüş vakti.
Yolda durup biraz daha fotoğraf çekip longoz ormanlarına gitmek istiyorum. Burada bir ziyaretçi merkezi var bilgi alabileceğiniz, malesef kapalı olduğu saat denk geliyor. Ben de yöre halkının yardımı ile yolu öğreniyorum. Demirköy yolunun 4-5. kilometresinde sola dönülüyormuş. Konuştuğum kişi bir sonraki durağımın Kıyıköy olduğunu öğrenince ormanın içinden toprak yoldan bir kaç dere geçerek Kıyıköye ulaşabileceğimi söylüyor. Ormana doğru yola çıkıyorum.
Hava kuru olmasına rağmen orman içindeki toprak yol zaman zaman ıslak ve çamurlu. Mert gölü yolu ayrılıyor ve ben de sapıyorum. Zaman zaman çamurlu zeminden geçip neredeyse tamamen sazlarla kaplanmış göle ulaşıyorum. fotoğraf makinesi ile bir kare…
Orman içindeki toprak yol yer yer çamurlu, oldukça kaygan. Çamurlu yollarda motosikletle yerleşim yerlerinden uzak bölgelere tek başıma girme alışkanlığım pek yoktur. Issız ormanın içinde kayma, çamura saplanma, arıza, lastikte patlama, devrilme, yaralanma gibi durumlarda yardım çağırabilecek kadar yerleşim yerlerine yakın ve cep telefonlarının çalıştığı yerlerde, kısacası tek başınaysanız sesinizi duyurabilecek yerlerde olmanız gerekir. Ölüm olsa 6 ay sonra bulunabilirsiniz böyle yerlerde. Tüm bu düşünceler ormanın içine çamurlu yoldan tek başıma daha fazla ilerlememe engel oldu, orman içinden Kıyıköy’e ulaşmak istemediğimden; bu rotayı tercihen havanın ve yerlerin daha kuru olduğu bir zaman, mümkünse 3 kişilik bir ekiple (güvenlik için minimum sayıdır, problem çıktığı durumda; bir kişi yaralının yanında kalırken diğeri yardım getirebilir) yapmayı planlayarak geri dönüyorum. İsterseniz “yemedi” de diyebilirsiniz 🙂 Bakalım karar yerinde mi?
İğneada’dan çıkıp rotamı Demirköy Yenice Vize Kıyıköy olarak belirliyorum. Bu rotada özellikle Demirköy sonrasında sarp yamaçlar, vadiler yer yer keskin yer yer açık virajlar içeren keyifli bir yol beni bekliyordu. Ancak asfaltta özellikle kenar kısımlarda yoğun, yer yer de yolun orta kısımlarında bulunan mıcır; sürüşü zaman zaman tehlikeli hale getirebiliyor. Buralarda daha fazla dikkat gerek.
Keyifli bir yolculuk sonrası Kıyıköy’e ulaşıyorum. Vize – Kıyıköy arası yol asfalt kalitesi, manzarası ve virajları açısından olağanüstü. Kıyıköye ulaşıp bir otel buluyorum.
Fazla yükleri ve yan çantaları bıraktıktan sonra Ayanikola manastırına gitmek amacım. Yolun tarifini alıyorum; ver elini manastır yolu. Hııı? Bu da nesi? çok dik, toprak yolda yolun tamamını içi kaygan çamur dolu gölcükler kaplamış, hedeften dönmek yok, yola devam, hayyyyyyyy………
Ne olduğunu anlamadan bir anda kendimi çamur üstünde, yerde buluyorum. Kalkıp motoru kaldırmak gerekiyor fakat sol ayakta bir uyuşma var, kalkmaya çalışınca da şiddetli bir ağrı, kıpırdatmıyor. Bakıyorum, durum bu…
Motorun yan çanta demiri ayağımın üzerinde. İşin kötüsü ayak öyle bir pozisyonda kalmış ki sırtım neredeyse motora dönük, bilek burkuldu burkulacak.. Motoru kaldırmak gerek de arkam dönükken itip ayağımı da kurtaramıyorum, sağ sol, ileri geri nereyi denersem deniyeyim güç almak için yok, bilek fena halde ağrıyor, uyuşukluk iyice artıyor, motorun bu hali 200 kilodan fazladır, yakıt ve arka çanta ile (yan çantaları da çıkardık) Kaldık mı böyle. Neyse ki telefon çekiyor. Hemen yardım çağırıyorum, Jandarma ile 112 yola çıkıyor. (bu kadar kalabalık olmasaydı iyiydi 🙂 ). Telefonda manastır yolu diyorum, gelen giden yok, bulamıyorlar. Telefon ile geri dönüş yapıyorlar, biz manastıra geldik, sizi bulamıyoruz diyorlar, yok… En sonunda aklıma telefondan GPS koordinatlarına bakıp söylemek geliyor. Tam koordinatlara bakarken geliyorlar. Motor kaldırılıyor. Neyse ki kırık falan yok, uyuşukluk ve ağrı şiddetli de olsa tedricen azalıyor – ki bunu da her yanı korumalı motosikletçi botuna borçluyum-. 112 tedavi öneriyor merkezde, kendimi tanıtıyorum. İyi olduğunu düşündüğüm için teşekkür ediyor ve tedaviyi red ettiğime dair imza atıyorum. Öğreniyorum ki yanlış yola girmişim. Ben böyle yol tarif edenin -ya da böyle anlayanın- ta…
Arkadaş bu nasıl kaygan bir çamurdur. Bırak motora binmeyi, ayakta zor duruluyor. Yağlı çamur cinsiymiş. İki jandarma, bir ambulans şöförü ve ben , 4 kişi zor çıkarıyoruz çamurdan motoru. Herkes kan ter içinde…
İnat var ya biraz, o halde topallaya topallaya biniyorum ve bu sefer doğru yoldan manastıra gidiyorum. Yol da öyle kısa ve düzgün ki. İşte gitmeye çalıştığım yer de burası, tabi bunlardan sonra canım tripod falan da kurmak istemiyor, fotoğraf makinesi ile, sırf çektim demek için…
Bütün bu rezilllik sonrası Tay da ben de çamur içindeyiz. Hemen yakındaki benzinciye gidiyorum, basınçlı su ile motoru çamurdan arındırdıktan sonra benzin istasyonu çalışanına rica ediyorum, kendime de su tutturuyorum, başka türlü bu çamurdan arınmak mümkün değil zaten. Benzinci soruyor, Abi ne oldu sana böyle … +%+’^%&&/&%/%!!!!!
Benzincide insan içine çıkabilecek hale geldikten sonra jandarma ve 112 ekibine teşekkür ziyaretine gidiyorum. Hepsi çok saygıdeğer ve yardımsever kişiler. Tanışıyor, sohbet ediyoruz. Burada her iki ekibe de teşekkür etmek isterim.
Temizlik, iade-i ziyaret derken hava kararmaya başlıyor. Planda limanda gece fotoğrafı çekmek vardı ama, ayak bileği otur oturduğun yerde diyor ve ben de otele geri dönüyorum.
İki üç gündür mağara arama, tırmanma, toprakta dağda bayırda gezinme, üstüne üstlük çamura batıp motor altında kalma sonrası botlar da iflas ediyor. Lostralık…
Kıyıköy’de lostra olmadığını, en yakın saray ve vizede olduğunu öğreniyorum, yapacak bir şey yok. Günün kalanını otelde geçiriyorum.
Sabah kaltığımda havanın kapalı olduğunu gördüm, hava durumu tüm trakyayı yağışlı gösteriyor.
Güneşli ve açık havadan eser yok
Sağlam bir kahvaltı, otelin motorcu işletmecisi ile sohbet ve otelden kareler, elbette cep telefonu …
işte bu olayı özetlemiş 🙂
Zincir yağlanıp eşyalar yüklenirken seyirciler de geliyor yanıma. Biraz sevgi gösterisi; karşılıklı 🙂
Kıyıköy Saray arası yine muhteşem zemine manzaraya ve virajlara sahip bir parkur var, keyifle gidiliyor. Saraya gelmeden yağmur başlıyor, artık hep böyle. Hava soğumaya da başladı. Yağmurluk içlik dışlık ne varsa giydik. İşte bu haldeyim…
Çerkezköy’den sonra yol zaten iyice sevimsizleşiyor. Her yer trafik yoğunluğu, her yer şehir içi. İstanbul’da küçük bir kahve molası vermek iyi olacak…
Sırada Yenikapı iskelesinden Bursa’ya feribotla dönüş var. Kirli camlardan anca bu kadar çekebildim telefonla
Akşam saatlerinde eve dönüş. Yorulmuş, üşümüş, tutulmuş halime rağmen bir o kadar da mutlu hissediyorum. Üç ve dördüncü günler yol aldığım rota şu şekilde:
Toplam 1192 kilometre yol aldığım bu gezide çok keyif aldım, okuyan sizlerin de benimle birlikte gezip görmüş gibi olmanızı istedim. Keyifle okuduğunuzu umuyorum. Bu gezide sevgili dostum Cem ve eşi; bana eşlik ederek geziyi çok daha keyifli hale getirdiler. Cem en güzel anları kaçırmadı muhteşem görüşü ile birlikte elma 5s telefonu ve Nikon D90 fotoğraf makinesi ile harika kareler yakaladı. Ben de kâh Pentax K200D kâh 5mp kameralı robotlu cep telefonu ile görüntüleme yapmaya çalıştım.
Ha bu arada botlar mı?
Bursa’ya kadar zor dayandılar, yoğun bakışlarla mücadele ettiler ama usta eller sayesinde ben daha çok kilometreler ve geziler çıkarırım dercesine, pırıl pırıl oldular. Belki klasik olacak ama, eskisinden daha iyi oldu…
Bir başka macerada görüşmek üzere, sevgiler…
-BİTTİ –